Ekolojik Emperyalizmin Ötesi

-
Aa
+
a
a
a

21 Aralık 2009The Guardian

 

Kopenhag zirvesi ne kalıcı bir değişiklik umudu verdi ne de dünya liderlerinin problemin aciliyetinin ve ciddiyetinin yeteri kadar farkında olduklarına dair herhangi bir gösterge sundu. Bu sürpriz bir sonuç değildi.  Bu kadar şişirilmiş kampanyadan sonra, organizatörlerinin ve katılımcılarının  sürdürülemeyeceği çok açık olan büyüme sürecini geri çevirmek, durdurmak veya değiştirmek için samimi olduklarına dair zirveden hiçbir şey çıkmadı.

 

Problemin bir kısmı da iklim değişikliği meselesinin ülkeler arasında bir çıkar kavgası olarak sunulmasından kaynaklanıyor. Zirve, iki büyük sorumlu ülke ABD ve Çin arasında, veya gelişmiş ülkeler ile küçük bir grup olan yeni gelişmekte olan ülkeler (Çin, Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika) arasında veya en en iyisi zengin ve yoksul ülkeler arasındaki savaş olarak yorumlandı.

 

Zengin ülkelerin geçmişteki büyümelerinin olumsuz etkileri, bugün gelişmekte olan dünyada şiddetli bir şekilde hissedilmektedir. Bu olumsuz etki sadece geçmişten ibaret değil. Gelişmiş ülkelerdeki kişi başına düşen sera gazı salımı miktarı, Çin de dahil olmak üzere, gelişmekte olan herhangi bir ülkedeki salım miktarını misliyle katlıyor. Ama, kuzey ülkelerinin temsilcileri, sömürgeci bakış açısının bir kanıtı olarak, bazı ülkeleri, gelişmekte olan ülkelerle gelişmiş ülkeler arasındaki bu hesap farkını öne sürerek anlaşmayı raydan çıkarmakla suçluyorlar.

 

Fakat konuyu ülkeler arasındaki bir savaş olarak tanımlamakla asıl  önemli noktayı kaçırıyoruz: bu konu bir ekonomi sistemi olan kapitalizm ile doğrudan ilintilidir. Bu sistem varlığını, kendi iç dinamikleri nedeniyle hızlı büyüme ile sağlamaktadır, bu büyüme her ne kadar insanlara daha iyi hayat şartlarını sunmasa da... Bu sistemde, nüfusları azalan zengin ülkelerin, hayat kalitesini arttıracak şekilde üretmek ve dağıtmak için yeni yollar denemek yerine, gayri safi milli hasılalarını büyütmeye devam etmek zorunda oldukları varsayımı sorgulanmıyor. Nüfusun büyük bir çoğunluğu için eşitsizliğin artması, gerekli tüketim malzemelerine erişme güvenliğinin daha da azalması  ve doğal çevrenin muazzam zarar görmesi anlamına gelse de, gelişmiş ülkelerin “başarılı” büyüme modelleri ilgili bir tartışma yok.

 

Bu tür sorular Kopenhag zirvesinde masaya bile getirilmediği için yayımlanan ortak raporlarda da alınması gereken tedbirlerle ilgili bir iz görmek de mümkün olmadı. Fakat bu problemlerin uçup gittiği anlamına gelmez; aksine bizi her zamankinden daha fazla zorluyor.

 

İyimser düşünenler problemin yeşil büyüme ve çevreci yeni teknolojiyi baz alan “kazan-kazan” yöntemiyle çözülebileceğine  inanıyorlar. Böylece büyemenin çevreye verdiği zarar azalacaktır. Fakat bu tür umutlar, enerji ve mal üretimindeki verimliliğinin insan tarafından yapılan atık üretimini arttırdığını ifade eden  -19. yüzyıl İngiliz ekonomisti William Stanley Jevons’ın adıyla anılan- Jevons Parodoksu ile sınırlanıyor. 

 

Bu konu John Bellamy Foster’ın yeni kitabında da kuvvetli bir şekilde yer alıyor. Foster, doğa ve toplum arasındaki ilişkinin yeniden düzenlenmesinde, sadece iklim değişikliğinin değil, bütünsel olarak diğer bütün çevresel problemlerin dikkate alınması gerektiğini söylüyor: “İnsanın bugün karşı karşıya olduğu muazzam tehlike esas olarak doğal çevrenin kısıtlarından değil, sağduyusunu yitirmiş ve kontrolden çıkmış ve sosyal sistemden, daha da çok ABD emperyalizminden kaynaklanıyor.” (sayfa 105)

 

Emperyalizm bu işe nasıl dahil oluyor? “Sermaye, gezegenin altedilmesi olanaksız doğal çevresel kısıtlarına rağmen, eskiden de olduğu gibi “mekân düzenleme” -”spatial fix” yoluyla coğrafi olarak genişlemeye sömürmeye devam ediyor. Ekolojik emperyalizm, -sistemin merkezinin, periferisinde yarattığı esaslı çevresel bozulma yoluyla, sürdürülemez düzeyde büyümesi- gezegen çapında, bütün dünyayı tehlikeye atan ekolojik sorunlar yaratıyor.”  (sayfa 249)    

 

Bu durum merkez ekonomisindeki insanların çıkarları ile  çevre ekonomilerdeki insanların çıkarlarının karşı karşıya gelmesinin kaçınılmaz olduğu anlamına gelmez. Çünkü her iki taraf da bu ekolojik dengesizliğin sonuçlarından olumsuz olarak etkilenmektedir. Bu da bizi bir saplantı halini almış kapitalist kârları yükseltmeyi hedefleyen ekonomik büyümeden vazgeçip, bütün çıkarlarımızı insanlık ve toplum arasındaki ilişkileri düzenleyici bir organizasyon üzerine kaydırmamız gerektiği sonucuna götürür.

 

Evet aslında “kazan kazan” çözümü var, ama mevcut ekonomik pardigma üzerine kurulmuş olan hariç. İyi haber şu ki, daha insani ve demokratik alternatiflerin çok daha kalıcı ve çevresel olarak çok daha sürdürülebilir çözümler getireceği ortadadır.

 

Jayati Ghosh, Yeni Delhi’de bulunan JawaharlalNehru Üniversitesi’nde ekonomi profesörüdür, ayrıca  Uluslararası Kalkınma İktisatçılar Birliği, IDEAS, (International Development Economics Associates) yönetim kurulu üyesidir.

 

İngilizce aslından Türkçeye çeviren: Narin Kural

 

Makalenin İngilizce aslını okumak için tıklayın.